Nuri Bilge Ceylan: “Usta değil öğrenciyim”

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Ekibi Nuri Bilge Ceylan Ustalık Sınıfı’na katıldı.



8. Malatya Uluslararası Film Festivali kapsamında yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın konuşmacı olduğu Ustalık Sınıfı düzenlendi. 12 Kasım 2018 tarihinde gerçekleştirilen etkinliğin moderatörlüğünü yönetmen Mehmet Eryılmaz gerçekleştirdi. Nuri Bilge Ceylan, Mehmet Eryılmaz’ın yanı sıra salondaki sinemaseverlerin sorularını da yanıtladı. Sinema anlayışını, çalışma yöntemlerini, filmlerinin hazırlık süreçlerini ve bu süreçlerde nelere dikkat ettiğini anlatan Nuri Bilge Ceylan’ı dinleyenler arasında İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyeleri ve öğrencileri de bulunuyordu. Ustalık sınıfına katılan ekipte İletişim Fakültesi Dekanı Prof.Dr.Ergün Yolcu, öğretim üyeleri Prof. Dr. Ceyhan Kandemir, Doç.Dr.Özgü Yolcu, Doç.Dr. Gizem Parlayandemir, Dr.Öğretim Üyesi Ümit Sarı, Dr.Öğretim Üyesi Onur Akyol, Dr.Öğretim Üyesi Mesut Aytekin ile öğrenciler Yusuf Tekke, Betül Yüncüoğlu, Türkay Ünlü ve Kuzey Kılıç yer aldı. Ustalık sınıfına katılan öğretim üyeleri ve öğrenciler, Nuri Bilge Ceylan’ın yaklaşık bir buçuk saat süren konuşmasında kendilerini en çok etkileyen ve not aldıkları bölümleri bizimle paylaştılar. 


Prof.Dr.Ergün Yolcu:

“Sinemanın anlamı herkes için farklı olmalıdır.”

8. Malatya Uluslararası Film Festivali kapsamında düzenlenen ustalık sınıfında sinemaya dair tanımı sorulduğunda verdiği cevap, Nuri Bilge Ceylan sinemasını anlama çabası içinde olan kişiler için önemli olacaktır. Sinemaya hap gibi, keskin bir tanım getirmek istemediğini ifade eden Ceylan düşüncelerini şöyle ifade etti; “Sinemanın anlamı herkes için farklı olacaktır, olmalıdır. Benim için ifade ettiği şey, sizin için aynı olamaz. Bu mümkün değil. İhtiyacı olan herkes ihtiyacı doğrultusunda bir ilişki kuracaktır. Kimisi seyirci olarak, kimisi bir şeyler yaparak, kimisi de başka şekillerde bunun bir parçası olacaktır. Benim için anlamı da yerinde duran bir şey değil. Ben çocukken anlamı farklıydı, şu an farklı. Bugün hiç beğenmeyeceğim filmler, çocukken üzerimde büyük etki bırakırdı.” Bu tip şeyleri filmlerde de bulanık bırakmayı sevdiği söyleyen Nuri Bilge Ceylan, “Çünkü kendim de öyleyim. Bulanık bir suda yolunu bulmaya çalışan bir balık gibi hissediyorum kendimi” cevabını verdi.

Prof. Dr. Ceyhan Kandemir:
Kendini bu dünyada gurbette hisseden sanatçı

Yalnızlığı bir kader gibi kabullenen Nuri Bilge Ceylan kendini bu dünyada hep gurbette hissetmektedir. Geleceğin sinemacılarına doğru bildikleri yolda yalnız yürümelerini öğütler. Bir konuşmasında "Bizim halk zayıflığı sevmiyor. Bir ortamda mütevazı olmaya kalkarsanız saygı hemen azalmaya başlar, hissedersiniz " der ancak Ustalık sınıfında sinemacıların ve katılımcıların tüm sorularına içtenlikle ve son derece samimi duygularla cevap verir; mütevazıdır ve kendisine saygı hiç azalmaz. Aksine bu doğallık karşısında katılımcılar sanıyorum kendisine bir kez daha hayran kalır. Kendisini bir usta değil de daha çok bir sinema öğrencisi olarak gören Nuri Bilge Ceylan genç sinemacıları da hep yüreklendirmiştir. Ustalık sınıfının moderatörü yönetmen Mehmet Eryılmaz editörlüğündeki Söyleşiler kitabında Nuri Bilge Ceylan "... Sinema yapmak çok zormuş gibi bir mit var. Sinema yapanlar da, yaptıkları işin önemsenmesi adına bu miti körüklüyorlar ne yazık ki. İyi film çekmek ayrı bir şey, ama film çekmek atla deve değil. Gerçekten o kadar da zor değil..."

Nuri Bilge Ceylan, sinemanın anlamının herkes için farklı olması gerektiğini ifade eder; kendisi için ifade ettiği başkası için aynı olamaz, kimisi seyirci olarak kimisi yapmak isteyerek bunun bir parçası olacaktır.Nuri Bilge Ceylan sanat yolculuğunu bir anlam yaratmaya çalışma yolculuğu olarak ifade eder. Kendini bu dünyada gurbette hisseden sanatçı tüm aidiyet duygularından uzaklaşarak bireysel sanat yolculuğuna devam etmektedir.

Doç. Dr. Özgü YOLCU:

“Seyircinin özgürlüğünü katlederseniz sahne amacına ulaşamaz.”

Ustalık sınıfında Nuri Bilge Ceylan’ı dinlerken Dostoyevski’nin, Çehov’un, Tarkovski’nin evreninde yaşayıp, günümüz dünyasına oradan bakan, anlamaya çalışan, anladığını ise tek doğru gibi empoze etmek yerine seyircisiyle paylaşan ve onların da anlam üretme çabalarını harekete geçiren bir sinema yönetmenini dinlediğimi düşündüm. Nuri Bilge Ceylan, “Bir öğretmen gibi bana hap gibi bildiklerini öğretmeye çalışan filmler hiç hoşuma gitmez. Sinemayı bir itiraf gibi gören yönetmenler her zaman daha fazla dikkatimi çekmiştir.” sözleriyle sinema ile ilgili yaklaşımını konuşmasının başlangıcında çok net bir şekilde ortaya koydu. Bu cümle, filmlerindeki dini çatışmaların arka planını tam olarak anlayamadığını belirten bir katılımcının sorusuna cevap verirken yine Nuri Bilge Ceylan’ın kullandığı “Seyircinin özgürlüğü” ifadesi ile birlikte ele alınabilir. “Ben tarafımı belli etmek istemem”, “İki tarafta da sorular yaratmak önemli benim için” diyen Nuri Bilge Ceylan, bu bakış açısının sadece din için değil başka konular için de geçerli olduğunu ifade etti. Nuri Bilge Ceylan’ın sinemasını anlamaya çalışanlar için şu sözleri önemli olacaktır; “Muhakkak ki; benim kendimi daha yakın hissettiğim durumlar olabilir ama önemli olan iki tarafı da olabildiğince güçlü kurmaya çalışmak. Çünkü siz tarafınızı belli edip kendi görüşünüzü empoze edecek şekilde kurmaya kalkarsanız seyircinin özgürlüğünü katletmiş olursunuz ki; o zaman herkes kendi ihtiyacına göre oradan bir şey çekip çıkaramaz. Sahne amacına asla ulaşamaz. Bu sadece din ile ilgili sahnelerde değil, tüm sahnelerde, insan üzerindeki, insan doğası üzerindeki düşüncelerimde de asla istemediğim bir şey, netlik dediğiniz şey.” Nuri Bilge Ceylan’ın “Seyircinin özgürlüğü” ile ilgili bu yaklaşımı, Nuri Bilge Ceylan sinemasını anlamanın yanı sıra çok sayıda filmde ortaya konan tek taraflı söylemlerin neden amacına ulaşamadığını açıklama noktasında da önemli olacaktır.

Doç.Dr.Gizem Parlayandemir:

Sinemayı bir yargılama aracı olarak görmüyor

Ustalık sınıfı başlayıp Nuri Bilge Ceylan salona girdiğinde yönetmenin aurasının tüm salonu sardığını, sinemasında gördüğüm samimiyet, naiflik ve dinginliğin salona da sindiğini düşündüm. Sorulara verdiği cevaplardaki tavrı, kötülüğü “Kasaba” filmindeki kaplumbağa sahnesi gibi ince bir detayla anlatmasından bağımsız değildi. Sinemayı bir yargılama aracı gibi görmemesi, yargılardan arınmış hali ve çok sık kullandığı "bilmiyorum" sözü benim için çok kıymetliydi. Bilenlerin, bildiğini sananların, bildiğine emin olanların sinemada da hayatta da aramayı bırakabileceğini ve aradıklarını bulamayabileceğini düşündüm onu dinlerken. Sinemasal sürecinde ise üretici kimliğinin yanı sıra izleyici olarak Tarkovski'nin Solaris filmi ile kurduğu ilişkinin önemli bir anektod olduğunu düşünüyorum. İlk izlediğinde yarım bıraktığı Solaris'in ikinci izleyişinde hayatında dönüştürücü bir etkisi olmasını hayatın devingenliği ve insan ilişkileri ile kurduğu analoji üstünden açıkladı: “Böyle olması güzeldi belki de. Her şeye hazır olmayabiliyoruz ilk karşılaştığımızda. Bir insan tanıyorsunuz ilk karşılaşmanızda o insan hiçbir şey ifade etmiyor ama ikinci karşılaşmada hayatımızın en değerli insanı haline gelebiliyor.”

Dr. Öğretim Üyesi Onur Akyol:

Teknolojik fetişizme bir başkaldırı

Nuri Bilge Ceylan, ülkemizdeki sinema endüstrisinde var olan “teknolojik fetişizme” dikkat çekti. Son filmi Ahlat Ağacı’nda görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki ile “biraz daha serbest takıldıklarını”, bunun bu fetişizme bir “başkaldırı” anlamını da taşıdığını ifade etti. Ülkemizde çekilen filmlerde yeni kamera ve teknolojiler denenmemekte belirli format hatta modelde kameralar kullanılmakta. Buna karşılık Nuri Bilge Ceylan son filminde görüntü yönetmeninin ABD’den gelirken yanında getirdiği kamerayı kullanmaktan çekinmemiştir. Yine ustalık sınıfı sırasında -gençliğimizde izlediğimiz, o dönemin yeni teknolojisi olan video, bizim de film yapabileceğimiz inancını oluşturmuştur- şeklinde bir ifade kullanmıştır. Nuri Bilge Ceylan gibi bir yönetmenden beklenen filmlerinde son teknoloji, en iyi kamera ve teknikleri kullanmasıdır. Ancak son filminde “en iyisini” kullanmak yerine kendisinin ifadesi ile "daha serbest" tercihlerde bulunma cesaretini gösterebilmiştir. Nuri Bilge Ceylan önceki filmlerinde hikaye anlatımının bir gerekliliği olarak endüstrinin kabul ettiği en iyi kameraları da kullanmıştır. Yönetmen, gerektiğinde ise hikaye anlatımını destekler şekilde yeni kamera ve teknikleri kullanmaktan çekinmemiştir. “Üç Maymun” filmi, o dönemde 35 mm formatın yaygın olmasına karşılık “HD” olarak çekilmiştir. Bu bağlamda Nuri Bilge Ceylan'ın film anlatımında teknik, hikaye anlatımını sağlayan araç olmanın ötesine geçmemekte, teknoloji bir fetişizme dönüşmemektedir. Nuri Bilge Ceylan her zaman yeni teknolojilere ve tekniklere açık bir yönetmen olarak sinemacılara bu yönüyle de örnek olmaktadır.

Dr. Öğretim Üyesi Mesut Aytekin:

“Usta değil öğrenciyim”

8. Malatya Uluslararası Film Festivali bu yıl etkinliklerle doluydu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyeleri ve öğrencileri ile birlikte festivale katılım sağladık. Ekip olarak katıldığımız Nuri Bilge Ceylan ustalar sınıfı da festivalin en önemli etkinliklerindendi. Kişinin bireysel yolculuğunun beyazperdedeki yansıması olarak kendini en iyi ifade etme aracının sinema olduğunun altını çizen Ceylan, sinemayı öğrenmenin bir aracı olarak görüyor. Ceylan’a göre; Mutlak çizgilerden uzak bir itiraf alanı olarak sinema, çok farklı okumalara olanak tanıyan, kolektif icra edilen bir sanat. Film yapım sürecinde kendini heyecanlandıran şeylere odaklandığını ifade eden Ceylan, sinemacılar için birçok önemli noktaya vurgu yaptı: “Ben usta değil öğrenciyim. Sinema sonu olan bir şey değil devamlı öğrenilen bir şey... Dikkatimi yapamadığım şeylere veriyorum. Bildiğim şeyleri unutuyorum. Hakim olsam onu yapmam. Anladığım şeyin filmini yapmam. Biraz karanlık bölgelere dalmak lazım.”

Dr. Öğretim Üyesi Ümit Sarı:

Yönetmenin yalnızlığı

“Sanat kimin içindir?” sorusunun cevabı belki de yüzyıllardır süregelen bir tartışma olarak literatürde yer etmiştir. Peki ama gerçekte bireysel ve karakteristik bir alan olarak düşündüğümüz fotoğraf sanatının sinemaya etkisi ya da kendisini fotoğraf alanında kanıtlamış bir kişinin sinema gibi kolektif bir alanda başarılı olabilmesi mümkün müdür? Yalnızlığımızın bize verdiği güçle yarattığımız başarılı kadrajları, yarattığı düş dünyasını bu kolektif alanda oluşturup paylaşabilmek de mümkündür. 8.Malatya Uluslararası Film Festivali ustalık sınıfında Nuri Bilge Ceylan “Sinema benim için kolektif bir alan değil, kendimi yalnız hissetiğim bir alan. Kendi yalnızlığımı yaşayıp yansıttığım bir dünya.” demiştir. Burada önemli olan yönetmenin yaratım sürecinde takındığı tavır ve üsluptur.

Yusuf Tekke (Radyo TV ve Sinema ABD /Yüksek Lisans Öğrencisi):

“Önemli olan, duygunun yalnızca bir sahne içinde değil filmin bütününde diri tutulması”

Daha önceleri Nuri Bilge Ceylan'ın sinemasını anlama sürecinde filmlerini izlemek, filmleriyle ilgili yazıları okumak ve sosyal medyada yer alan kamera arkası görüntülerini incelemiştim. 8. Malatya Uluslararası Film Festivali kapsamında düzenlenen ustalık sınıfında paylaştığı bilgileri dinleme fırsatı bulmak ise tüm bu bilgilerin yanı sıra kendisini anlamak adına çok değerliydi. Nuri Bilge Ceylan'ın ustalık sınıfında aktardıkları arasında dikkatimi çeken en önemli nokta ise yapım sürecinde ve sonrasında -kalabalık bir ekiple çalışmasına rağmen- kendisini yalnız hissettiğini söylemesi oldu. Sinemanın bireysel bir sanat olduğundan bahsettiğinde sadece senaryodaki anlam ve yönetmenin kendi kurduğu anlamın baş başa kaldığı bir yalnızlık durumunun söz konusu olabileceğini düşünmeye başladım. Anlam aktarımını tam manasıyla sağlayabilmek için bu yalnızlığın var olması gerektiğini şu şekilde açıkladı: "Sinemanın kolektif yapısı dışında, aslında sadece yönetmen için geçerli olan bir yalnızlık durumu söz konusu... Bu durum anlam yaratımı için oldukça önemli. Anlam en son ortaya çıkmalı bence. Bir bölüm sırasında ekip duygusal olarak bir tepki gösterirse bunu sorgularım. Önemli olan, duygunun yalnızca bir sahne içinde değil filmin bütününde diri tutulması... Yalnızca bir sahne aşırı duygu yüklüyse o sahne problemlidir. Bu anlamda kalabalık içinde yalnızlık daha yoğun bir duygudur benim için. Dolayısıyla sinema eninde sonunda bireysel bir sanat..."

Betül Yüncüoğlu (Radyo TV ve Sinema ABD /Yüksek Lisans Öğrencisi):

Yalnız kalabilmenin fikir üretme üzerindeki etkisi

“Belki roman yazma yeteneğim olsaydı onu tercih ederdim, yalnız üretilme imkanı olduğu için” diyor Nuri Bilge Ceylan 8. Uluslararası Malatya Film Festivali’ndeki ustalık sınıfından. Yalnız kalmanın sadece içinde bulunulmak zorunda kalınan bir durumdan ziyade bir tercih olduğunu söylüyor burada aslında. Kendi isteğimizle de yalnız kalabiliriz ve bu bize zevk verebilir. Kimileri buna melankoli der. Kalabalıkta yalnız kalmaktansa kendi iç dünyamızla baş başa kalmak hem daha zordur hem daha huzurlu. Nuri Bilge Ceylan’ın da dediği gibi; “Başkalarının yanında yalnız kalırsak zihnimize istediğimiz kadar yoğunlaşamayız, fikir üretemeyiz.” Nuri Bilge Ceylan’ın sinemada “anlamı izleyiciye bırakmak ve suyun izleyici tarafından netleşmesine müsaade etmek” anlayışından yola çıkarak bu cümleleri belki şu şekilde yorumlayabiliriz; Yalnızca çevremizdekilerin varlığının ağırlığı omuzlarımızda yükünü hissettirir. Ama kendi kendimizle bir yalnızlık paylaşırsak iç dünyamızda yeni yerler keşfedip daha önce hiç dokunmadığımız hislerimizle tanışabiliriz. Bu durum bizi şaşırtabilir de. Bu hissiyatlar belki önceden kalan ve üzerine bir şey örttüğünüz bir yara olabilir, belki de zamanında hakkını veremediğimiz bir minnet. Ama şu vardır ki; sessizliğin ortaya çıkaracağı bu sesler yeni uyanışlar yaratabilir. Bu uyanışlardan korkup kaçanlardan mıyız, yoksa bu uyanışların izini sürerek bir nevi talebeleri olmak niyetinde miyiz?

Türkay Ünlü (Radyo TV ve Sinema ABD /Yüksek Lisans Öğrencisi):

“Zorlukları abartmanın bir anlamı yok.”

8. Uluslararası Malatya Film Festivali kapsamında düzenlenen ustalık sınıfı sayesinde yönetmen Nuri Bilge Ceylan'ı kendisinin ağzından dinlerken, filmlerindeki anlatımın bir nevi hayat bulmuş haline tanık olduğumu düşündüm. Konuşmasında “Ben bulanık bırakmayı severim. Bulanık bir suda yolunu bulmaya çalışan bir balık gibi” ifadesini kullanan Ceylan, kendisine yöneltilen sorularda da sergilediği objektif tavrı ve açık uçlu cevaplarıyla bizleri kendi sularımızda yönlendirmek yerine o suya anlam katmamızı sağladı. Ceylan, özellikle benim gibi yolun başında olan ve onu merakla dinleyen gençlerin olduğu bir salonda, mesleğine tutkuyla bağlı birinin önüne hiçbir durumu engel olamayacağını, sorunların sadece kaçış olduğunu şu cümlelerle belirtti: “Bir takım zorluklar oluyor. Bunları abartmanın bir anlamı yok.  Her işin zorlukları var ama bunları çok ön plana çıkarıp şikayet etmeye de gerek yok. Hangi iş olursa olsun iyisini yapacaksınız. Çok çalışacaksınız. İyisini yapacaksınız. Bu işlerin doğası bu. Bahane yaratmaya gerek yok. İnsan zaten bir işi seviyorsa zorluğun önemi yok. En basit iş bile zorludur. Sinemayı çok ayrı bir yere koymaya gerek yok. Nesnel olarak tartacaksak sinemadan çok daha zor işler vardır muhakkak.”

Kuzey Kılıç (Radyo TV ve Sinema Bölümü / 1.Sınıf Öğrencisi):

“Söyleyemediğimiz şeyleri sanatla itiraf ederiz.”

Üniversiteye başlayalı daha iki ay olmuşken Nuri Bilge Ceylan gibi önemli bir yönetmenin ustalık sınıfında bulunmak bir ayrıcalıktı. Etkinlik boyunca verdiği cevapların her biri aslına ayrı ayrı makale konuları olabilecek seviyedeydi. Sanat hayatından, yalnızlığından ve sinema yapmanın onun için bir itiraf olduğundan bahsetti Ceylan. Özellikle şu sözleri beni çok fazla etkiledi: “Sanat, hayatımızda söyleyemeyeceğimiz bir şeyleri söylememize olanak sağlar. Söyleyemediğimiz şeyleri sanatla itiraf ederiz. Kendi suçluluğumuzu, duygularımızı  bir karaktere yükler ve sorumluluğu üzerimizden atarız.” İşte bu demeç aslında bütün sinema, resim ve edebiyat evrenini özetliyor. Bir ressam tablosuna yaptığı dokunuşlarla kendini resimlerinde anlatır, bir yönetmen kendi teknikleri ile karakterine kendisini enjekte eder  ve bir yazar kurduğu hayal aleminin kaynağını aslına hayatından almıştır.